Bugün, sevgili babam Hüseyin Toprak'ın ölümünün 20'inci yıldönümü, öyle çok özlüyorum ki... Allah rahmet eylesin, mekanın cennet olsun canım babam.
KAÇAK
İlçemizdeki Barbaros ve Atatürk ilk okullarıyla Bulancak orta okulu tatil olmuş, lise için Giresun’a veya Trabzon’a gidenler geri dönmüştü. Okullar tatil olunca ailelerin çoğu Bektaş yaylasına veya köylerine taşınmaya başlamıştı.
Ben o yıl orta ikiye geçmiştim, karne alalı on beş gün kadar olmuştu. Şehirde kalan öğrencilerin bazıları terzi, berber, marangoz gibi yerlere çırak veril-miş, çoğu da yakın çevrede, denizde yazın tadını çıkarıyordu. Aileler söz dinlemeyip kaçan çocuklarını bulmak, kontrol altında tutmak için büyük çaba harcıyordu.
Ben kendime babamı örnek almıştım, Babam, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, henüz bir yaşındayken yetim kalmış, zor şartlarda büyümüş, şoförlük öğrenmiş ve ailesini geçindirebilmek için çok çalışır olmuştu. Ailemin tek umudu bendim; beni okutup adam etmek en büyük emelleriydi. Ben de aileme layık olabilmek için çabalıyor, büyük hayaller kuruyordum...
O gün babamla, ilçemizin tek meydanından geçip evimize giden dar yolda ilerliyorduk. Karşıdan babamın bir tanıdığı göründü. Yaklaşınca, babamın elimi sıkı sıkı tutuşundan anlam çıkararak;
- Kaçak mı Hüseyin emi? dedi.
Babam elimi biraz daha sıkıp, bana bakarak;
- Yoo, hayır, kaçak falan değil, dedi.
O yine ısrar etti;
- Kaçar bunlar kaçaaar.
- …………
Elleriyle selamlaştılar, geçiştik. Babam bana gülümseyerek;
- Baltayı taşa vurdu, çocukların çoğu haylazlık peşindeyken, bizim birlikte ikindi namazından döndüğümüzü nerden bilecek, dedi.
Bir kez daha birbirimize gururla baktık, babam elini omzuma attı. Artık karşıdan görünen mutlu yuvamıza doğru sanırım uçuyorduk.
(YAŞARKEN kitabımdan)
|