Mısır’da başlayan Arap Baharı ile Hüsnü Mübarek’in devrilmesi, bölge coğrafyasında tatlı bir bahar esintisi gibi halk ayaklanmalarına dönüştü, Bahreyn, Fas ve son olarak Libya’da Kaddafi’nin devrilmesiyle bu süreç bir domino etkisiyle yayılmaya başladı.
Suriye’ye de sıçrayan Arap Baharının fitili ise şöyle ateşlenmişti, Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Suriyeli iki doktorun telefon konuşması istihbaratın dinlemesine takılıyor, telefon konuşmasında, “Hüsnü Mübarek düşmüş, darısı bizim başımıza” diyorlar, bundan kısa bir süre sonra bu iki doktor tutuklanıyor ve ceza olarak saçları da kazıtılıyor. Bu tutuklamanın ardından doktorlardan bir tanesinin 15’e yakın çocuk akrabası duvarlara, Araplar’ın en çok kullandığı sloganı yazmaya başlıyorlar “Halk, düzenin yıkılmasını istiyor. ”Daha sonra bu çocuklarda tutuklanıyor ve türlü işkencelere maruz kalıyor, bu arada ülkenin Dera bölgesinde yaşanan bu olaylara aşiret liderleri de sessiz kalmıyor, çocuklarının verilmesini ve maruz kalınan bu durumun bir an önce sona ermesi isteniyor. Ancak aşiret liderleri beklediklerinin tam tersine hakaretler görüp, çocuklarının geri verilmemesi üzerine bir sonra ki gün 1000 kişiyle sokaklara çıkıyorlar,Suriye Devleti güç kullanarak bastırmaya çalıştığı olaylarda her geçen gün çoğalan bir halk ayaklanmasının artık önüne geçemiyor ve birçok şehirde yüz binlerin hep bir ağızdan “Halk Düzenin Yıkılmasını İstiyor” sloganları karşısında 7 yıldır devam eden, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmek zorunda kaldığı bir dönem başlıyor.
Ve “BARIŞ” getireceğiz diyerek girdikleri toprakları son damlasına kadar kurutan, ekonomisini çökerten, insanlarını insanlıktan çıkartan, sözde hukuk düzeni adı altında terör örgütlerinin eğitim kampları haline getirdikleri topraklarda söz sahibi olmaya çalışan gözü paradan başka bir şey görmeyen , insaniyet namına herhangi bir emare bulunmayan Küresel Güçler ve ne dün ne de bugün bir araya gelemeyen ve birbirlerinin kuyusunu kazmaktan başka bir iş yapmayan Müslüman ülkeler.
Türkiye ne dün ne de bugün Arap yarımadasından ve Müslüman dünyasından gereken desteği de, duruşu da göremedi ama onların en çok yardımına koşan tek Müslüman ülke yine Türkiye oldu. Somali’den Suriye’ye, Bangladeş’ten Uganda’ya kadar uzanan geniş coğrafyada gıda, sağlık, eğitim gibi birçok alanda insani yardımlar yapmaya devam ediyor.
Yaklaşık 3.5 milyon Suriyeli mülteciyi topraklarımızda konuşlandırdık, onlara kucak açtık, yedirdik, giydirdik, baktık, bakıyoruz. Önce ki gün Rusya’nın İdlib’e düzenlediği hava saldırısının ardından sınırda yeniden bir hareketlilik başladı, İdlib ve çevresinde yaşayan yaklaşık 3 milyon Suriyeli hareketlendi, yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalmamız an meselesi ama artık buna bir dur demeliyiz, gelen her bir mülteci, haliyle sorunlarıyla birlikte geldi ve toplumda birçok alanda sorunlar meydana geldi, hala bu sorunlarla boğuşuyorken yeni bir göç dalgası engellenmeli, en başta yapılması gereken politika uygulanmalı ve Suriye’de güvenli alanlar oluşturularak bu kamplarda yaşamalarını sağlamak zorundayız, ülkemizin içerisinde bulunduğu ekonomik durum ortadayken, artık buna bir dur demeliyiz .
Demem o ki, siz sanıyor musunuz ki sadece bir Papaz yüzünden bu kadar ekonomik yaptırıma maruz kalıyoruz, hayır, Papaz, buz dağının sadece görünen yüzü, biz Müslüman ülkelerin Can Simidi olmaya devam ettiğimiz sürece, küresel sermayenin kirli hesaplarını bozduğumuz sürece, kimseye boyun eğmediğimiz sürece, Arap toplulukları gibi yalancı baharlarla birbirimizden ayrışıp, birilerinin kucağına düşmedikçe, belki sarsılırız ama yıkılmayız!
Haftaya görüşünceye dek hoş çakalın…
|